Lord of the Flies(Sineklerin Tanrısı)- William Golding - Edebiyat Jurnali

21 Haziran 2017 Çarşamba

Lord of the Flies(Sineklerin Tanrısı)- William Golding




Orijinal Dil Olan Kitabın,
Yayınevi, Faber and Faber Educational Edition
Sayfa Sayısı, 248

Çevirisinin,
Yayınevi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı, 248


KİTAP ANALİZİ:

   Olaylardan bahsetmedim, yani gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz. (Birkaç örnek verdim ama inanın romandaki olaylar bu örnek verdiklerimin daha fazlası, hiçbir şekilde romandaki olayların tırnağı bile olamaz.) Özellikle romana başlamadan önce okursanız size burada anlattıklarım kitabı anlamanıza yardımcı olabilir. İyi okumalar!

   Bu romanı okumadan önce bilmemiz gereken bazı şeyler var. Yazar William Golding 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almıştır. 1940 yılında Kraliyet donanmasına katılıp 2.Dünya Savaşı'nda savaşmıştır. Golding bir modernist değil ancak pesimist ve kuşkucu oluşu modernistlere benzemektedir.

   Sineklerin Tanrısı, sıradan bir macera romanına benzeyebilir. Adada mahsur kalan çocukların adada hayatta kalma hikayesi diye düşünülebilir ama kesinlikle bu sıradan bir roman değil.
Modernizmden ilk önce bahsetmek istiyorum biraz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın -daha doğrusu tüm savaşların- ne kadar korkutucu olduğunu çoğu kişi biliyor. Milyonlarca insanın sebepsiz yere öldüğü bu savaşlar insanlığa olan inancın kaybolmasına sebep olmuştur. İnsanlar neden savaşıyor? Neden birbirini öldürüyor? Mileti tehdit eden bir durum olmadığı sürece barıştan yana olduğunu söylemişti Atatürk. Kesinlikle öyle. Ancak özellikle 2.Dünya Savaşı'nda milyonlarca insan hayatını kaybetti. Bunun sebebi ise dünya gücü olabilmek. Hitler, dünyaya egemen olabilmek için savaşı başlattı ve ona Japonya ile İtalya'da katıldı. İngiltere, Amerika, Fransa, Rusya'da Nazileri durdurmak gerekçesi ile savaşa katıldı. Katliamı durdurmak için katliam gerçekleştirmek... Amerika, savaşı bitirmek için atom bombasını Japonya'ya iki defa attı. Sonuç: binlerce masum insan, bu savaşla alakası olmayan sadece yaşamlarını devam ettirmeye çalışan masum siviller bu korkunç bomba ile hayatını kaybetti. Peki ya kazanan taraf? Amerika çok mu şey kazandı sanki? Ya da diğer kazanan ülkeler? Tabii ki de onlarda birçok şey kaybettiler. Ekonomik zararın yanında milyonlarca insan öldü. Birçok düşünürün dediği gibi ''Savaşta kazanan olmaz, sadece kaybeden olur.''. Psikolojik etkisi de oldu. Askerler ile sivil halk arasında büyük iletişim kopukluğu oluştu. Askerler, savaşın tüm yüzünü ve insanların içinde yatan canavarı görmüştü. Askerlerde önceden sıradan insanlardı ama savaştaki bu acımasızlık onları değiştirdi. Öte yandan sivil halk sadece televizyonlarda gösterilenleri görüyor ve siyasilerin söylediklerini dinliyordu, gerçekten haberleri yoktu. Askerler kahraman olarak gösteriliyordu ve savaşmakta ne kadar haklı olduklarının. Düşman yaratıyorlardı kendilerine. Örneğin siz Amerikalısınız ve televizyonda sürekli Japonları, Almanları falan kötülüyorlar ve ne kadar zalim olduklarını gösteriyorlar, düşman olarak görüyorsunuz onları. Ama aynısını Japonlarda, Almanlarda düşünüyor, sizi zalim ve düşman olarak görüyorlar. Peki gerçekte bir Japonla, bir Almanın arasında düşman olmaları için bir sebep var mı? Tabii ki de yok. Savaş alanında karşı karşıya gelmiş iki asker gerçekten düşman mı? Birbirlerini öldürmek için bir sebepleri var mı? Yok. Onlar sadece emirlere uyuyor ve büyük adamların söylediklerini dinliyor. Birbirlerine aslında hiçbir şey yapmamış kendilerine ait bir hayatları olan iki kişiler ama bu saçmalık onların birer makine misali düşünmeden acımasızca birbirlerini öldürmelerine sebep oluyor. İkinci Dünya Savaşı'nı başlatan Hitler'di ve Alman halkı değildi. Bir kişi buna karar verdi Hitler'in elinde bulundurduğu güç ile kimse düşünmeden emirlere itaat ederek sebepleri olmamasına rağmen savaşı başlattı. Askerlere makine gibi davranıldı ve duygularından arındırıldı. Birer savaş makinesine döndüler. Sıradan bir insanken bir anda savaş yüzünden içindeki canavarı uyandırıp insanlığı öldürdü, kan dökmekten zevk almaya başladı.
İşte insanların bu acımasızlığı modernizmi doğurdu. İnsanlar, insanlığa olan inançlarını kaybetti. Pesimist ve kuşkucu bir bakış açısı benimsedi. Dine olan güven yitirildi. Örneğin Nietzche ''Tanrı öldü.'' der. Bu ateist bir cümle değildir. Masum birini acımasızca öldürdüğünüzde ve bundan zevk aldığında siz kendiniz için Tanrıyı öldürmüş olmuyor musunuz? Allah'ın bize günah saydığı şeyleri yaptığımız zaman Allah'ı yok saymış olmuyor muyuz? İşte Nietzche bunu söylemek istiyor. Bu cümle insanların durumunu çok iyi bir şekilde açıklıyor.

    İnsanlar o kadar çok kendi uydurdukları değerlere takıntılı ki bunun dışında hiçbir şeyi umursamıyor. Mesela moda. Sırf moda olmadığı için boşuna bir sürü parayı ziyan ediyor insanlar. O paralar ile ihtiyacı olan insanlara yardımcı olmak akıllarına geliyor mu? Peki moda ne? İnsanların uydurduğu bir şey değil mi? Uymak mı zorundayız? Tabii ki de HAYIR! İnsanlar birbirini öldürüyor, birbirini yadırgıyor, nefret ediyor, acımıyor, hakaret ediyor, hor görüyor, yardım etmiyor, sadece kendi hırslarını ve zevklerini düşünüyor. Bu ''Tanrı öldü.'' sözünü çok iyi açıklamıyor mu? Hırslarınız ve kişisel zevkleriniz uğruna Tanrınızı öldürdünüz. Onu yok sayıyorsunuz.
Modernistler bu düşüncede. İnsanlığa, dine olan inancını kaybetmişler ve umutsuzluğa düşmüşlerdir. İnsanlar birbirini anlamadığı için iletişimi kesmişlerdir ve bu da iletişimsizliğe sebep olmuştur. Modernistler karşısındakine düşüncelerini anlatmazlar. Çünkü inanırlar ki anlatmak isteseler bile onu anlamayacaklardır. Bu yüzden uğraşmaya değmez. Sessiz kalmayı tercih ederler, kalabalığın içinde yalnızlardır. Kısaca bu kadar. Daha detaylı öğrenmek isterseniz eğer internette birçok şey bulabilirsiniz. Araştırmanızı öneririm. Çünkü hiçbir şey bilmeden okursanız büyük ihtimalle yazarın demek istediklerini anlamayabilirsiniz. İş Bankası'nın sonunda sonsözde çevirmen Mina Urgan roman hakkında ve yazar hakkında güzel bilgiler vermiş. Çok güzel bir şekilde anlatmış her şeyi. Sonsöz gerçekten çok işime yaradı ve bunun için Mina Urgan'a teşekkür ediyorum. Mina Urgan zaten oldukça eğitimli ve kaliteli bir çevirmen. Okumadan önce okursanız eğer kitapta neler olacağını öğrenmiş olursunuz. Kitabı okuduktan sonra okursanız eğer size kitabı bir kez daha okumanızı öneririm. Böylece kitabı daha farklı bir bakış açısıyla okuyabilirsiniz ve her şey size daha anlamlı gelecektir. Dediğim gibi bu roman sıradan bir macera romanı DEĞİL. Bu romanın analizi sayfalar sürer ve hala da yetmez. Gerçekten harika bir roman. Ben romanı orijinal dilinden okudum. Daha doğrusu bu yıl Textual Analysis I dersinde bu romanı işledik ve en zevkli derslerden biriydi. Daha önceden elimde Türkçesi vardı ancak okumamıştım. İngilizcesini okuduktan sonra çevirisine bir göz attım ve gerçekten de orijinal dilinden aldığım zevki alamadım. Orijinal dilinden okumak her zaman daha zevklidir. Her ne kadar İş Bankası Kültür Yayınları ve kaliteli bir çevirmen olan Mina Urgan çevirmiş olsa da her zaman orijinal dil iyidir. Çünkü o zaman çevirmen değil yazarın kendisi anlatıyor size her şeyi, yazarla bire bir konuşuyorsunuz. Kelimeler anlamını yitirmiyor böylece. Tabii İngilizce bilmiyorsanız çeviri okumanızda sorun olmaz. Oldukça güzel çevrilmiş, anlatımı gerçekten güzel ve akıcı ancak tabii ki de normal olarak tam olarak çevirmek imkansız olduğu için aynı tadı vermez. Oldukça iyi iş başarmış Mina Urgan çevirmekte ancak İngilizce biliyorsanız önerim orijinali okumak. Dili zor değil, bilinmeyen kelimeler çok yok. Sonuçta karakterler çocuk, cümleler karmaşık değil, karmaşık olan onlara yüklenen anlamlar.

   Roman sembollerle dolu. 2.Dünya Savaşı'ndaki durumu öyle müthiş bir şekilde anlatmış ki hayran kalıyorsunuz. Gerçekten zekice anlatılmış. Her kelimesi anlamlı. Güvenli bir yere götürülen çocukların bindiği uçak düşüyor ve pilot ortalıklarda yok. Yani bu kocaman adada sadece çocuklar var. Ralph ve Domuzcuk(Piggy) ilk başta karşılaşıyorlar. İkisi medeniyeti nasıl kuracaklarını tartışıyorlar. Tabii orada medeniyet kuralım demiyor. Diğer çocukları da toplayıp hep birlikte hareket edelim diye konuşuyorlar ama yazar orada medeniyetin kurulmasına gönderme yapmış. İnsanların bir araya gelip medeniyeti kurup birlikte yaşamalarına... Ralph ise tabii özelliklerinden anlaşılacağı üzere lider olmak için uygun. Babası deniz kuvvetlerinde binbaşı, oldukça kuvvetli bir bilgi. Onun liderimsi özelliğini öne çıkarıyor. İleride karar alırken her zaman mantıklı ve adaletli olmaya çalışıyor. Deniz kabuğunu elinde tutanın konuşma hakkı veriliyor ve herkes onu dinliyor. Deniz kabuğunu almadan kimse konuşamıyor. Böylece düzen sağlanıyor ve herkesin düşüncelerine ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Tam da bir liderde bulunması gereken bir özellik. İyi bir lider olsa da o da bir insan ve herkes gibi onunda egosu var. Bunu dağın tepesine çıkıp adaya bakıp adanın onların olduğunu söylediğinde bunu anlayabiliriz. Ada gerçekten onlara mı ait? Çocuklar oraya sonradan gelmiş ve hemen orayı benimsemeleri doğru bir hareket mi? Bu dünyanın herhangi bir parçası bir insana ait olabilir mi? Hayır. Bu dünya kimsenin değil, herkesin. Dünya, üzerindeki canlılara emanet edilmiştir ancak insanlar benimsemek istemiş ve bunun sonucunla tonlarca kanlı savaş olmuştur. Ne için? Kimseye ait olmayan bir toprak parçası. Dünya korunmak yerine ağaçlar kesilmiş, topraklar kurumuş, sular kirlenmiştir. Yani bu dünyayı cehenneme çeviren kişiler insanlar. İşte bu adadaki çocuklarda cennet gibi bir adayı tamamen cehenneme çevirecektir. Komik değil mi? İnsan düşünüyor bir avuç ufak çocuk nasıl böyle bir şey yapabilir? Onlar daha ufak, masumlar, dünya hakkında ne biliyor ki? Ama öyle değil işte. Burada anlatılmak istenen insanlar öyle bir duruma gelmiş ki artık, masum olması gereken çocuklar bile bozulmuş, kötülemiş, tıpkı yetişkinler gibi onlarda aç gözlü olmuştur.

    Domuzcuk, her zaman hor görülmüş, kilosu yüzünden dalga geçilmiştir. Domuzcuk aklı ve ilimi temsil eder.Her zaman en mantıklı o düşünür ve düşüncelerini dile getirir ancak kimse onu dinlemez ve susturulur, özellikle Jack tarafından. Gerçekte de öyle değil midir? İnsanlar aklı ve mantığı görmezden gelmez mi?

    Jack ise vahşileri temsil ediyor(primitive). Şef olmak istese bile herkesi bir araya toplayan kişi Ralph olduğu için herkes Ralph'i şef olarak seçmiştir. Sert bir yapısı var. Başlarda Ralph'e karşı çıkmasa da içindeki nefret ve kin onu ele geçirir. Örneğin domuz avına çıktığı zaman domuzu öldüremez. Bu içinde hala insani duyguların olduğunu gösterir ancak bu duruma sinirlenir ve bir dahakine kesinlikle öldüreceğini söyleyip sinirle çakısını ağaca saplar. Bu Jack'in ilk vahşi hareketi. Daha kötü duruma gelecektir ileride.

    Çocuklar ateş yakmak isterler. Ateş aydınlığı temsil eder. Güvenliği... Dağda yakmaya karar verirler ama nasıl yakacaklarını bilemezler. Domuzcuk'un gözlükleri ile yakarlar. Bu duruma şu açıdan da bakabilir: Prometheus'u biliyor musunuz? Yunan mitolojisinde bir titan kendisi. Oldukça akıllı ve kurnaz bir titandır. Olimpos Tanrıları ve Titanlar arasındaki savaş sırasında kendisi tarafsız kalmıştır ve Zeus'un gözüne girmiştir. Prometheus insanlara ateşi çalıp vermiştir, kendilerini korumaları için. Aynı zamanda bilgi anlamına da gelir ateş, aydınlanma. Ateşi çalıp insanlara verdiği için Zeus, Prometheus'u cevalandırmıştır. Onu bir dağa zincileyip karaciğerini bir kartal yer ve yeniden oluştuğunda yine aynı kartal gelip karaciğerini tekrar yer. Bu döngü Herkül onu kurtarana kadar devam etmiştir. Daha fazla bilgi için araştırma yapabilirsiniz. Domcukta aynı Prometheus gibidir. Ateşi onlara verir ancak cezalandırılır en sonunda.

    Çocuklar medeniyeti kurup ilkellikten uzaklaşırlar ancak Jack ve Ralph arasındaki çatışma devam eder. Ralph ve Domuzcuk medeniyeti korumaya çalışır ancak zorlanırlar. Olayları okuduğunuzda öğreneceksiniz zaten ve kesinlikle dehşete düşeceksiniz. Onlar bizim düşündüğümüz gibi masum, temiz çocuklar değiller. Onlar biziz, biz ve bizim dehşet verici düşüncelerimiz. İnsanların içindeki kötülük. Bu roman bir nevi insanın içindeki iyi ve kötünün savaşını da anlatıyor diyebiliriz. Ralph iyi, Jack kötü. Zaten romanda Ralph protagonist(baş kahraman,karakter), Jack ise antagonist(baş karakteri engellemekler yükümlü kişi, illa kötü biri olmak zorunda değil. Mesela ana karakter hırsızsa antagonist polis olabilir ama polis kötü değil, onun görevi ana karakteri engellemektir.).

Size kitaptan ironik bir örnek vereceğim. Bu cümleleri Jack söylüyor.

''...After all, we're not savages. We're English; and the English are best at everything. So, we've got to do the right things...''
anlamı:
''Ne de olsa, vahşiler değiliz biz. Biz İngiliziz ve İngilizler her şeyi en iyi biçimde yaparlar. Demek ki, doğru olanı yapmalıyız bizler de.''

    Bunu demesi gereken en son kişi Jack. Buradaki ironi, İngilizler 2.Dünya Savaşı'nda en çok hasarı veren devletlerden biriydi, daha doğru tüm devletler çok fazla zarar verdi herkese. Yani onların her şeyde iyi olduklarını ve her zaman doğru olanı yaptıklarını söyleyebilir miyiz? Hayır! Milyonlarca insanı katletmek ne kadar doğru olabilir? Asıl yaptıkları tamamen vahşilere özgü ve çok ilkelce bir hareket. İşte bu yüzden insanlar, insanlıktan umudunu kesmiştir ve modernizm doğmuştur. Golding bize bunu anlatmaya çalışıyor. Kendimizi kandırmayı bırakıp gerçekleri artık görmemiz gerek. Gerçekten de insanlık yüzyıllar önce öldü. Bir canlının bir canlıyı öldürmesi insanca bir hareket olamaz. Golding bir İngiliz ama yine de gerçekleri görüp kendi ülkesini eleştiriyor. Bu yüzden bu roman sıradan bir roman değil. Gerçeklerin kurgusal hali...

    Simon karakterine çok dikkatle bakmanızı istiyorum. Kendisi adadaki en saf, masum çocuk. Ahlaki(moral) bir karakter. İsa ile ilişkilendiriliyor. Onlara ahlaki öğütlerde bulunuyor, kötüyle savaşıyor. Kitapta bir yerde onun söylediği bir sözden çok etkilenmiştim. Çocuklar adada bir canavar diye korkuyorlardı. Ralph ve Domuzcukta olmadığını söylüyorlardı. (Bu arada o uydurulmuş canavar korkusunu cehaletten doğan batıl inanç olarak nitelendirebiliriz. İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar ve miti yaratırlar.Abartıp hikaye uydururlar.) Simon ise onlara şöyle der:

''What I mean is... maybe it's only us.'' yani,

''Demek istediğim şu... Bizden başka canavar yok belki...'' (sf 105)

    İşte bu sözler insanı kalbinden vuruyor. Çok doğru değil mi? Adada asıl korkmaları gereken şey kendileri. Çünkü adada onlara zarar verecek tek canlılar kendileri. Gerçekte de öyle. İnsanlardan korkmuyor muyuz? Bize sadece insanlar zarar veriyor. Dünyada yaşamımızı sağlayacağımız her şey var. Tüm bu ülkeler yoktan mı var oldu? Hayır, dünyadaki nimetler sayesinde her şey. İşte Dünya bu kadar harika, cennet bir yer. Allah, Adem ve Havva'yı cennetten gönderip Dünya'ya yolladı ama cennetten ne kadar farklıydı ki burası? Her şey var yeryüzünde ama insanlar cehenneme çeviriyor Dünyayı. Hepimiz Dünyayı mahvediyoruz. Sadece o değil sen de suçlusun, ben de suçluyum, hepimiz suçluyuz. İşte bu çocuklar bizi temsil ediyor. Onlarda cennet gibi bir adayı cehenneme çeviriyor. Adada yaşamlarını sağlayacak her şey var ancak onlar adayı tamamen yaşanamayacak hale getiriyor. Bunu okuduğunuzda sizde göreceksiniz.

    Her şeyiyle harika bir roman. Modern klasiklerin en iyi örneklerinden biri. Modernist yazarların romanlarını okumanızı öneririm. Ernest Hemingway, F.Scott Fitzgerald gibi. Birçok muhteşem eser var. Bu romanlar okuduğumuzdan daha fazlası, sadece okumak yetmiyor. İyice araştırmak ve yorumlamak lazım. Eğer çeviri okuyacaksanız da İş Bankası, Can gibi kaliteli yayınevlerinden okumanızı öneririm, çevirmenleri oldukça kaliteli.

   Bu romanın mutlaka okunması gerek. İyi okumalar!

 Romanın filmi de var! Ben izlemedim ama okuduktan sonra izleyebilirsiniz. Her zamanki gibi önce romanı okuyoruz sonra filmini izliyoruz! ^_^


*** Fiyatı oldukça uygun. İnternetten çok ucuza alabilirsiniz. Ben kitapları idefixokuokukitapyurdudrpandora, babil gibi sitelerden alıyordum ve oldukça güvenilirler. Özellikle okuoku'nun müşteri hizmetleri çok hızlı ve birçok ayraç yolluyor.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder