Edebiyat Jurnali

21 Haziran 2017 Çarşamba

Tokyo Ghoul

08:25 0
Tokyo Ghoul

TOKYO GHOUL - ISHIDA SUI


                 İngilizce Mangasını Oku  -  Türkçe Altyazılı Animesini İzle (Şuan 2 sezon var.)

   Manga Yayım Yılı: 2011   Anime Yayım Yılı: 2014
   Mangaka: Ishida Sui
   Tür: Aksiyon, Drama, Fantastik, Korku, Gizem, Psikolojik, Seinen, Doğaüstü, Trajedi
   Durumu: Halen devam ediyor.

   NOT: Gerekli Şeyler Yayınevi Türkçe baskılarını 2015 Kasım'da yapmaya başladı ve şuan 11 cildi var. Tüm kitapçılarda ve kitap sitelerinde mangaya ulaşabilirsiniz. Baskısı oldukça güzel ve kaliteli. 





Kaneki Ken

Tanıtımı ve Yorumum:

     Tokyo'da birbirinden ilginç ölümler gerçekleşiyor ve bunun sebebi 'Ghoul'lar yani Hortlarklar. Hortlakların yiyebildiği tek şey insan eti. Bir insan yiyerek 3 gün dayanabiliyorlar. Hayatta kalabilmek için insan eti yemek zorundalar ancak bazı Hortlar bu işi abartıp sürekli insanları öldürüp yiyor ve doymak bilmiyor. Bunlara da 'oburlar' diyorlar. Oburlar durmaksızın insanları avlayıp cani bir şekilde onlara acı çektirerek yiyorlar ve bundan fazlasıyla zevk alıyorlar.
    Böyle bir dünyada oldukça sıradan bir üniversite öğrencisi olan 18 yaşındaki Kaneki Ken, Anteiku denen bir kaftede karşılaştığı Kamishiro Rize ismindeki bir kıza aşık olur. Kaneki tam bir kitap kurdudur ve Takatsuki Sen isimli bir yazarın hayranıdır. Rize'de Takatsuki'nin kitabını okuduğu için Kaneki'nin ilgisini çeker. Bir şekilde Rize ile konuşmayı başarır ve onunla buluşurlar. Akşam dönerken Rize, hortlak olaylarının yaşadığı yere yakın gerçekleştiğini ve korktuğunu söyler, bu yüzden Kaneki'nin ona eşlik etmesini rica eder ve Kaneki kabul eder. Karanlık, ıssız bir yerde Rize gerçek yüzünü ortaya çıkarır. Kaneki'nin onu izlediğini bildiğini ve onunda onu izlediğini söyler. Kaneki bunun bir aşk itirafı olduğunu düşünür ancak Rize onu ısırdığı zaman Rize'nin gerçekte bir Hortlak olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Rize, Kaneki'yi avı yapmıştır ve tek amacı onu yemek. Kaneki ondan kaçmaya çalışırken ağır bir şekilde yaralanır ve tam Rize onun işini bitirmeye hazırlanırken inşaat bölgesinde tepeden başına ağır birçok şey düşer ve orada ölür.

Touka
  Kaneki hastaneye kaldırılır ve onu ameliyat eden doktor yaşayabilmesi için tüm sorumluluğu alarak Rize'nin organını ona transfer eder. Kaneki kurtulmuştur ama uyandığı andan itibaren bir şeylerin ters olduğunun farkına varır. Yediği yemeklerin tadı berbat gelir ve bir şey yiyemez. Sadece kahvenin tadı güzel gelmektedir ancak kahve açlığını dindirmez. Televizyonda izlediği bir program sayesinde bir 'GHOUL' olduğunu keşfeder.
  İşte asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Kaneki'nin yaşadığı olaylar onu birçok zor seçim yapmaya zorlar ve bu seçimler sonucu artık o eski Kaneki olamaz. Kafka'nın Dönüşüm kitabından esinlenilmiş bu hikaye korku hikayesi dışında ayrıca bir psikolojik hikayedir.
     Bana göre bu hikayede hortlakları canavar diye nitelendirmiş olan insanlar, aslında kendilerinin de birer canavar olduğu gerçeğini görmezden gelirler. Hortlarklar hayatta kalmak için insan eti yemek zorundadırlar. Bazıları kötü olsa da düşünmeliyiz ki insanların tamamı mı iyi? Sırf zevk için bir sürü insan öldüren insan dolaşıyor ortalıkta ve hortların tamamının iyi olması beklenemez. Ama insanlar sırf insan eti yiyorlar diye onları canavar diye nitelendirip kendilerini masum kurbanlar olarak ilan ettiler. Kendileri de sırf hortlak diye birçok çocuğu öldürüyor. Hortlakta olsa düşünmeliyiz ki o bir çocuk, onun da herkes kadar yaşamaya hakkı var ve böylesine bir cinayetin yasal olmasını sorgulamalıyız. Birinin canını almak nasıl yasal ve normal olabilir? Bu aynı zamanda insanları da hortlak yapmaz mı? İnsan öldüren insanlar bile hapishanede yatarken sadece ölmüş insanların etini yiyen hortlaklar tamamen normal bir şekilde öldürülüyor ve insanlar buna seviniyor. Gerçekten insanlar mı? İşte konu tamamen bu: Gerçekte kim CANAVAR? Kaneki'nin de dediği gibi bu dünyayı sadece hortlarklar değil aynı zamanda insanlarda mahvediyor.
     Hikayeye bu yandan bakarsanız eğer verildiği mesajları çok net bir şekilde alabilirsiniz. Gerçekten etkileyici bir konusu var ve bu hikayeyi daha da ilgi çekici bir hale getiriyor ve sıradan bir korku hikayesinden farkı oluyor. İzlemenin yanında mangasını da okursanız eğer hikayeyi daha iyi anlarsınız.

İyi okumalar ve iyi seyirler!



Kaneki ve Rize






Tanıtım Videosu:






RUHLARIN KAÇISI - HAYAO MIYAZAKI

08:25 0
RUHLARIN KAÇISI - HAYAO MIYAZAKI



                                                Türkçe Altyazılı İzle
 Yapım Yılı: 2011

  ÖZET: Chihiro, babasının iş değişikliği nedeniyle bulunduğu şehirden taşınmak zorunda olan 10 yaşında üzgün ve biraz da hırçın bir kız çocuğudur. Chihiro ve ailesi, yaptıkları yolculuk esnasında ilginç olaylarla karşılaşacaklardır. Yanlış girdikleri bir yolda, karşılarına çıkan bina karşısında durmak zorunda kalırlar. Chihiro'nun hissettiği tedirginlikle binaya girmek istememesini ve yola devam etme isteğini ailesi umursamaz ve küçük kızın tüm ısrarlarına rağmen anne ve baba bir tünelden geçip 
ilerlemeye devam eder. Terkedilmiş bir eğlence parkı olduğunu düşündükleri yerde, hazır yemeklerin olduğunu gördükleri lokantadaki bu yemekleri yiyen anne ve babasını uyaran ve kendisi yemeği reddeden Chihiro, onları orada bırakıp etrafa bakmak için uzaklaşır. Karşılaştığı bir çocuk ondan oradan gitmesini ister ve Chihiro geri döndüğünde anne ve babasını birer domuza dönüşmüş olarak bulur. Chihiro, anne ve babasına yardım etmek ister ancak ortalık bir anda hayalet karnavalına 
dönüşür. Hapis kaldıkları bu büyülü ortamdan onları kurtarmak mızmız, şımarık ve huysuz Chihiro'ya kalır. Hayatta kalmak için, kendisini bir çeşit hayalet ve Shinto tanrılarının banyo evi olan otele kabul ettirmek zorunda kalan Chihiro, bu banyo evinde hayaletlerin gizem perdesini aralamakla kalmayacak, aynı zamanda kendisine yardım eden esrarengiz Haku ile aşkın büyüsünü de keşfedecektir. 

YORUMUM:

Hayao Miyazaki anime yapımı konusunda gayet iyi ve onun yaptığı her animeyi izliyorum. Favorilerimden biridir. Ruhların Kaçısı birçok ödül kazanmıştı ve üstelik ilk OSKAR alan animedir. Üstelik hatırladığım kadarıyla Titanik filmi ile aynı yıl vizyona girmiş ve Titanik'in gişe rekorlarını da geçmiştir. Oldukça yaratıcı bir animedir ve izlemesi çok keyifli. Eminim hiç sıkılmayacaksınız. Böylesine harika bir anime için daha fazla yoruma gerek yok bence. İyi seyirler!

RESİMLER:















Tanıtım Videosu:








Lord of the Flies(Sineklerin Tanrısı)- William Golding

08:24 0
Lord of the Flies(Sineklerin Tanrısı)- William Golding



Orijinal Dil Olan Kitabın,
Yayınevi, Faber and Faber Educational Edition
Sayfa Sayısı, 248

Çevirisinin,
Yayınevi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı, 248


KİTAP ANALİZİ:

   Olaylardan bahsetmedim, yani gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz. (Birkaç örnek verdim ama inanın romandaki olaylar bu örnek verdiklerimin daha fazlası, hiçbir şekilde romandaki olayların tırnağı bile olamaz.) Özellikle romana başlamadan önce okursanız size burada anlattıklarım kitabı anlamanıza yardımcı olabilir. İyi okumalar!

   Bu romanı okumadan önce bilmemiz gereken bazı şeyler var. Yazar William Golding 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almıştır. 1940 yılında Kraliyet donanmasına katılıp 2.Dünya Savaşı'nda savaşmıştır. Golding bir modernist değil ancak pesimist ve kuşkucu oluşu modernistlere benzemektedir.

   Sineklerin Tanrısı, sıradan bir macera romanına benzeyebilir. Adada mahsur kalan çocukların adada hayatta kalma hikayesi diye düşünülebilir ama kesinlikle bu sıradan bir roman değil.
Modernizmden ilk önce bahsetmek istiyorum biraz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın -daha doğrusu tüm savaşların- ne kadar korkutucu olduğunu çoğu kişi biliyor. Milyonlarca insanın sebepsiz yere öldüğü bu savaşlar insanlığa olan inancın kaybolmasına sebep olmuştur. İnsanlar neden savaşıyor? Neden birbirini öldürüyor? Mileti tehdit eden bir durum olmadığı sürece barıştan yana olduğunu söylemişti Atatürk. Kesinlikle öyle. Ancak özellikle 2.Dünya Savaşı'nda milyonlarca insan hayatını kaybetti. Bunun sebebi ise dünya gücü olabilmek. Hitler, dünyaya egemen olabilmek için savaşı başlattı ve ona Japonya ile İtalya'da katıldı. İngiltere, Amerika, Fransa, Rusya'da Nazileri durdurmak gerekçesi ile savaşa katıldı. Katliamı durdurmak için katliam gerçekleştirmek... Amerika, savaşı bitirmek için atom bombasını Japonya'ya iki defa attı. Sonuç: binlerce masum insan, bu savaşla alakası olmayan sadece yaşamlarını devam ettirmeye çalışan masum siviller bu korkunç bomba ile hayatını kaybetti. Peki ya kazanan taraf? Amerika çok mu şey kazandı sanki? Ya da diğer kazanan ülkeler? Tabii ki de onlarda birçok şey kaybettiler. Ekonomik zararın yanında milyonlarca insan öldü. Birçok düşünürün dediği gibi ''Savaşta kazanan olmaz, sadece kaybeden olur.''. Psikolojik etkisi de oldu. Askerler ile sivil halk arasında büyük iletişim kopukluğu oluştu. Askerler, savaşın tüm yüzünü ve insanların içinde yatan canavarı görmüştü. Askerlerde önceden sıradan insanlardı ama savaştaki bu acımasızlık onları değiştirdi. Öte yandan sivil halk sadece televizyonlarda gösterilenleri görüyor ve siyasilerin söylediklerini dinliyordu, gerçekten haberleri yoktu. Askerler kahraman olarak gösteriliyordu ve savaşmakta ne kadar haklı olduklarının. Düşman yaratıyorlardı kendilerine. Örneğin siz Amerikalısınız ve televizyonda sürekli Japonları, Almanları falan kötülüyorlar ve ne kadar zalim olduklarını gösteriyorlar, düşman olarak görüyorsunuz onları. Ama aynısını Japonlarda, Almanlarda düşünüyor, sizi zalim ve düşman olarak görüyorlar. Peki gerçekte bir Japonla, bir Almanın arasında düşman olmaları için bir sebep var mı? Tabii ki de yok. Savaş alanında karşı karşıya gelmiş iki asker gerçekten düşman mı? Birbirlerini öldürmek için bir sebepleri var mı? Yok. Onlar sadece emirlere uyuyor ve büyük adamların söylediklerini dinliyor. Birbirlerine aslında hiçbir şey yapmamış kendilerine ait bir hayatları olan iki kişiler ama bu saçmalık onların birer makine misali düşünmeden acımasızca birbirlerini öldürmelerine sebep oluyor. İkinci Dünya Savaşı'nı başlatan Hitler'di ve Alman halkı değildi. Bir kişi buna karar verdi Hitler'in elinde bulundurduğu güç ile kimse düşünmeden emirlere itaat ederek sebepleri olmamasına rağmen savaşı başlattı. Askerlere makine gibi davranıldı ve duygularından arındırıldı. Birer savaş makinesine döndüler. Sıradan bir insanken bir anda savaş yüzünden içindeki canavarı uyandırıp insanlığı öldürdü, kan dökmekten zevk almaya başladı.
İşte insanların bu acımasızlığı modernizmi doğurdu. İnsanlar, insanlığa olan inançlarını kaybetti. Pesimist ve kuşkucu bir bakış açısı benimsedi. Dine olan güven yitirildi. Örneğin Nietzche ''Tanrı öldü.'' der. Bu ateist bir cümle değildir. Masum birini acımasızca öldürdüğünüzde ve bundan zevk aldığında siz kendiniz için Tanrıyı öldürmüş olmuyor musunuz? Allah'ın bize günah saydığı şeyleri yaptığımız zaman Allah'ı yok saymış olmuyor muyuz? İşte Nietzche bunu söylemek istiyor. Bu cümle insanların durumunu çok iyi bir şekilde açıklıyor.

    İnsanlar o kadar çok kendi uydurdukları değerlere takıntılı ki bunun dışında hiçbir şeyi umursamıyor. Mesela moda. Sırf moda olmadığı için boşuna bir sürü parayı ziyan ediyor insanlar. O paralar ile ihtiyacı olan insanlara yardımcı olmak akıllarına geliyor mu? Peki moda ne? İnsanların uydurduğu bir şey değil mi? Uymak mı zorundayız? Tabii ki de HAYIR! İnsanlar birbirini öldürüyor, birbirini yadırgıyor, nefret ediyor, acımıyor, hakaret ediyor, hor görüyor, yardım etmiyor, sadece kendi hırslarını ve zevklerini düşünüyor. Bu ''Tanrı öldü.'' sözünü çok iyi açıklamıyor mu? Hırslarınız ve kişisel zevkleriniz uğruna Tanrınızı öldürdünüz. Onu yok sayıyorsunuz.
Modernistler bu düşüncede. İnsanlığa, dine olan inancını kaybetmişler ve umutsuzluğa düşmüşlerdir. İnsanlar birbirini anlamadığı için iletişimi kesmişlerdir ve bu da iletişimsizliğe sebep olmuştur. Modernistler karşısındakine düşüncelerini anlatmazlar. Çünkü inanırlar ki anlatmak isteseler bile onu anlamayacaklardır. Bu yüzden uğraşmaya değmez. Sessiz kalmayı tercih ederler, kalabalığın içinde yalnızlardır. Kısaca bu kadar. Daha detaylı öğrenmek isterseniz eğer internette birçok şey bulabilirsiniz. Araştırmanızı öneririm. Çünkü hiçbir şey bilmeden okursanız büyük ihtimalle yazarın demek istediklerini anlamayabilirsiniz. İş Bankası'nın sonunda sonsözde çevirmen Mina Urgan roman hakkında ve yazar hakkında güzel bilgiler vermiş. Çok güzel bir şekilde anlatmış her şeyi. Sonsöz gerçekten çok işime yaradı ve bunun için Mina Urgan'a teşekkür ediyorum. Mina Urgan zaten oldukça eğitimli ve kaliteli bir çevirmen. Okumadan önce okursanız eğer kitapta neler olacağını öğrenmiş olursunuz. Kitabı okuduktan sonra okursanız eğer size kitabı bir kez daha okumanızı öneririm. Böylece kitabı daha farklı bir bakış açısıyla okuyabilirsiniz ve her şey size daha anlamlı gelecektir. Dediğim gibi bu roman sıradan bir macera romanı DEĞİL. Bu romanın analizi sayfalar sürer ve hala da yetmez. Gerçekten harika bir roman. Ben romanı orijinal dilinden okudum. Daha doğrusu bu yıl Textual Analysis I dersinde bu romanı işledik ve en zevkli derslerden biriydi. Daha önceden elimde Türkçesi vardı ancak okumamıştım. İngilizcesini okuduktan sonra çevirisine bir göz attım ve gerçekten de orijinal dilinden aldığım zevki alamadım. Orijinal dilinden okumak her zaman daha zevklidir. Her ne kadar İş Bankası Kültür Yayınları ve kaliteli bir çevirmen olan Mina Urgan çevirmiş olsa da her zaman orijinal dil iyidir. Çünkü o zaman çevirmen değil yazarın kendisi anlatıyor size her şeyi, yazarla bire bir konuşuyorsunuz. Kelimeler anlamını yitirmiyor böylece. Tabii İngilizce bilmiyorsanız çeviri okumanızda sorun olmaz. Oldukça güzel çevrilmiş, anlatımı gerçekten güzel ve akıcı ancak tabii ki de normal olarak tam olarak çevirmek imkansız olduğu için aynı tadı vermez. Oldukça iyi iş başarmış Mina Urgan çevirmekte ancak İngilizce biliyorsanız önerim orijinali okumak. Dili zor değil, bilinmeyen kelimeler çok yok. Sonuçta karakterler çocuk, cümleler karmaşık değil, karmaşık olan onlara yüklenen anlamlar.

   Roman sembollerle dolu. 2.Dünya Savaşı'ndaki durumu öyle müthiş bir şekilde anlatmış ki hayran kalıyorsunuz. Gerçekten zekice anlatılmış. Her kelimesi anlamlı. Güvenli bir yere götürülen çocukların bindiği uçak düşüyor ve pilot ortalıklarda yok. Yani bu kocaman adada sadece çocuklar var. Ralph ve Domuzcuk(Piggy) ilk başta karşılaşıyorlar. İkisi medeniyeti nasıl kuracaklarını tartışıyorlar. Tabii orada medeniyet kuralım demiyor. Diğer çocukları da toplayıp hep birlikte hareket edelim diye konuşuyorlar ama yazar orada medeniyetin kurulmasına gönderme yapmış. İnsanların bir araya gelip medeniyeti kurup birlikte yaşamalarına... Ralph ise tabii özelliklerinden anlaşılacağı üzere lider olmak için uygun. Babası deniz kuvvetlerinde binbaşı, oldukça kuvvetli bir bilgi. Onun liderimsi özelliğini öne çıkarıyor. İleride karar alırken her zaman mantıklı ve adaletli olmaya çalışıyor. Deniz kabuğunu elinde tutanın konuşma hakkı veriliyor ve herkes onu dinliyor. Deniz kabuğunu almadan kimse konuşamıyor. Böylece düzen sağlanıyor ve herkesin düşüncelerine ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Tam da bir liderde bulunması gereken bir özellik. İyi bir lider olsa da o da bir insan ve herkes gibi onunda egosu var. Bunu dağın tepesine çıkıp adaya bakıp adanın onların olduğunu söylediğinde bunu anlayabiliriz. Ada gerçekten onlara mı ait? Çocuklar oraya sonradan gelmiş ve hemen orayı benimsemeleri doğru bir hareket mi? Bu dünyanın herhangi bir parçası bir insana ait olabilir mi? Hayır. Bu dünya kimsenin değil, herkesin. Dünya, üzerindeki canlılara emanet edilmiştir ancak insanlar benimsemek istemiş ve bunun sonucunla tonlarca kanlı savaş olmuştur. Ne için? Kimseye ait olmayan bir toprak parçası. Dünya korunmak yerine ağaçlar kesilmiş, topraklar kurumuş, sular kirlenmiştir. Yani bu dünyayı cehenneme çeviren kişiler insanlar. İşte bu adadaki çocuklarda cennet gibi bir adayı tamamen cehenneme çevirecektir. Komik değil mi? İnsan düşünüyor bir avuç ufak çocuk nasıl böyle bir şey yapabilir? Onlar daha ufak, masumlar, dünya hakkında ne biliyor ki? Ama öyle değil işte. Burada anlatılmak istenen insanlar öyle bir duruma gelmiş ki artık, masum olması gereken çocuklar bile bozulmuş, kötülemiş, tıpkı yetişkinler gibi onlarda aç gözlü olmuştur.

    Domuzcuk, her zaman hor görülmüş, kilosu yüzünden dalga geçilmiştir. Domuzcuk aklı ve ilimi temsil eder.Her zaman en mantıklı o düşünür ve düşüncelerini dile getirir ancak kimse onu dinlemez ve susturulur, özellikle Jack tarafından. Gerçekte de öyle değil midir? İnsanlar aklı ve mantığı görmezden gelmez mi?

    Jack ise vahşileri temsil ediyor(primitive). Şef olmak istese bile herkesi bir araya toplayan kişi Ralph olduğu için herkes Ralph'i şef olarak seçmiştir. Sert bir yapısı var. Başlarda Ralph'e karşı çıkmasa da içindeki nefret ve kin onu ele geçirir. Örneğin domuz avına çıktığı zaman domuzu öldüremez. Bu içinde hala insani duyguların olduğunu gösterir ancak bu duruma sinirlenir ve bir dahakine kesinlikle öldüreceğini söyleyip sinirle çakısını ağaca saplar. Bu Jack'in ilk vahşi hareketi. Daha kötü duruma gelecektir ileride.

    Çocuklar ateş yakmak isterler. Ateş aydınlığı temsil eder. Güvenliği... Dağda yakmaya karar verirler ama nasıl yakacaklarını bilemezler. Domuzcuk'un gözlükleri ile yakarlar. Bu duruma şu açıdan da bakabilir: Prometheus'u biliyor musunuz? Yunan mitolojisinde bir titan kendisi. Oldukça akıllı ve kurnaz bir titandır. Olimpos Tanrıları ve Titanlar arasındaki savaş sırasında kendisi tarafsız kalmıştır ve Zeus'un gözüne girmiştir. Prometheus insanlara ateşi çalıp vermiştir, kendilerini korumaları için. Aynı zamanda bilgi anlamına da gelir ateş, aydınlanma. Ateşi çalıp insanlara verdiği için Zeus, Prometheus'u cevalandırmıştır. Onu bir dağa zincileyip karaciğerini bir kartal yer ve yeniden oluştuğunda yine aynı kartal gelip karaciğerini tekrar yer. Bu döngü Herkül onu kurtarana kadar devam etmiştir. Daha fazla bilgi için araştırma yapabilirsiniz. Domcukta aynı Prometheus gibidir. Ateşi onlara verir ancak cezalandırılır en sonunda.

    Çocuklar medeniyeti kurup ilkellikten uzaklaşırlar ancak Jack ve Ralph arasındaki çatışma devam eder. Ralph ve Domuzcuk medeniyeti korumaya çalışır ancak zorlanırlar. Olayları okuduğunuzda öğreneceksiniz zaten ve kesinlikle dehşete düşeceksiniz. Onlar bizim düşündüğümüz gibi masum, temiz çocuklar değiller. Onlar biziz, biz ve bizim dehşet verici düşüncelerimiz. İnsanların içindeki kötülük. Bu roman bir nevi insanın içindeki iyi ve kötünün savaşını da anlatıyor diyebiliriz. Ralph iyi, Jack kötü. Zaten romanda Ralph protagonist(baş kahraman,karakter), Jack ise antagonist(baş karakteri engellemekler yükümlü kişi, illa kötü biri olmak zorunda değil. Mesela ana karakter hırsızsa antagonist polis olabilir ama polis kötü değil, onun görevi ana karakteri engellemektir.).

Size kitaptan ironik bir örnek vereceğim. Bu cümleleri Jack söylüyor.

''...After all, we're not savages. We're English; and the English are best at everything. So, we've got to do the right things...''
anlamı:
''Ne de olsa, vahşiler değiliz biz. Biz İngiliziz ve İngilizler her şeyi en iyi biçimde yaparlar. Demek ki, doğru olanı yapmalıyız bizler de.''

    Bunu demesi gereken en son kişi Jack. Buradaki ironi, İngilizler 2.Dünya Savaşı'nda en çok hasarı veren devletlerden biriydi, daha doğru tüm devletler çok fazla zarar verdi herkese. Yani onların her şeyde iyi olduklarını ve her zaman doğru olanı yaptıklarını söyleyebilir miyiz? Hayır! Milyonlarca insanı katletmek ne kadar doğru olabilir? Asıl yaptıkları tamamen vahşilere özgü ve çok ilkelce bir hareket. İşte bu yüzden insanlar, insanlıktan umudunu kesmiştir ve modernizm doğmuştur. Golding bize bunu anlatmaya çalışıyor. Kendimizi kandırmayı bırakıp gerçekleri artık görmemiz gerek. Gerçekten de insanlık yüzyıllar önce öldü. Bir canlının bir canlıyı öldürmesi insanca bir hareket olamaz. Golding bir İngiliz ama yine de gerçekleri görüp kendi ülkesini eleştiriyor. Bu yüzden bu roman sıradan bir roman değil. Gerçeklerin kurgusal hali...

    Simon karakterine çok dikkatle bakmanızı istiyorum. Kendisi adadaki en saf, masum çocuk. Ahlaki(moral) bir karakter. İsa ile ilişkilendiriliyor. Onlara ahlaki öğütlerde bulunuyor, kötüyle savaşıyor. Kitapta bir yerde onun söylediği bir sözden çok etkilenmiştim. Çocuklar adada bir canavar diye korkuyorlardı. Ralph ve Domuzcukta olmadığını söylüyorlardı. (Bu arada o uydurulmuş canavar korkusunu cehaletten doğan batıl inanç olarak nitelendirebiliriz. İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar ve miti yaratırlar.Abartıp hikaye uydururlar.) Simon ise onlara şöyle der:

''What I mean is... maybe it's only us.'' yani,

''Demek istediğim şu... Bizden başka canavar yok belki...'' (sf 105)

    İşte bu sözler insanı kalbinden vuruyor. Çok doğru değil mi? Adada asıl korkmaları gereken şey kendileri. Çünkü adada onlara zarar verecek tek canlılar kendileri. Gerçekte de öyle. İnsanlardan korkmuyor muyuz? Bize sadece insanlar zarar veriyor. Dünyada yaşamımızı sağlayacağımız her şey var. Tüm bu ülkeler yoktan mı var oldu? Hayır, dünyadaki nimetler sayesinde her şey. İşte Dünya bu kadar harika, cennet bir yer. Allah, Adem ve Havva'yı cennetten gönderip Dünya'ya yolladı ama cennetten ne kadar farklıydı ki burası? Her şey var yeryüzünde ama insanlar cehenneme çeviriyor Dünyayı. Hepimiz Dünyayı mahvediyoruz. Sadece o değil sen de suçlusun, ben de suçluyum, hepimiz suçluyuz. İşte bu çocuklar bizi temsil ediyor. Onlarda cennet gibi bir adayı cehenneme çeviriyor. Adada yaşamlarını sağlayacak her şey var ancak onlar adayı tamamen yaşanamayacak hale getiriyor. Bunu okuduğunuzda sizde göreceksiniz.

    Her şeyiyle harika bir roman. Modern klasiklerin en iyi örneklerinden biri. Modernist yazarların romanlarını okumanızı öneririm. Ernest Hemingway, F.Scott Fitzgerald gibi. Birçok muhteşem eser var. Bu romanlar okuduğumuzdan daha fazlası, sadece okumak yetmiyor. İyice araştırmak ve yorumlamak lazım. Eğer çeviri okuyacaksanız da İş Bankası, Can gibi kaliteli yayınevlerinden okumanızı öneririm, çevirmenleri oldukça kaliteli.

   Bu romanın mutlaka okunması gerek. İyi okumalar!

 Romanın filmi de var! Ben izlemedim ama okuduktan sonra izleyebilirsiniz. Her zamanki gibi önce romanı okuyoruz sonra filmini izliyoruz! ^_^


*** Fiyatı oldukça uygun. İnternetten çok ucuza alabilirsiniz. Ben kitapları idefixokuokukitapyurdudrpandora, babil gibi sitelerden alıyordum ve oldukça güvenilirler. Özellikle okuoku'nun müşteri hizmetleri çok hızlı ve birçok ayraç yolluyor.










Nijiiro Days

08:22 1
Nijiiro Days

- 虹ズ -
- Nijiiro Days -
(Rainbow Days)
Mizuno Minami



   Manga Yayım Yılı: 2012   Anime Yayım Yılı: 2016
   Mangaka: Mizuno Minami
   Tür: Komedi, Romantik, Shoujo, Hayattan Kesitler, Okul Hayatı
   Durumu: Halen devam ediyor.

   Tanıtım:

      Manga, genel olarak baş karakter olan dört liseli genç hakkında: Naoe Tsuyoshi, Hashiba Natsuki, Matsunaga Tomoya ve Katakura Keiichi. (Soldan Sağa.) Manga ilk olarak Natsuki'nin kız arkadaşıyla nasıl bir yılbaşı geçirecek onunla başlıyor. Natsuki, kız arkadaşına pembe puantiyeli bir atkı alıyor ancak kız arkadaşı tam bir zengin avcısı olduğu için atkıyı beğenmiyor ve Natsuki'yi terk ediyor. Kalbi kırılan Natsuki yalnız başına, elinde atkıyla ağlarken Noel Baba kılığında bir kız ona bedavaya dağıttıkları peçeteden veriyor. Natsuki'de ona atkıyı veriyor takması için. Ertesi gün kızın kendi okulunda olduğunu ve onun verdiği atkıyı taktığını görünce kıza aşık oluyor. İsteği kız ile yakınlaşmak ve onunda ona aşık olması. Daha sonra manga bu olay sonrası dört yakın arkadaşın hayatını anlatıyor.



    Naoe Tsuyoshi, bir otaku ve ne yapacağı kestirilemeyen biri. Cosplay yapmayı seven bir kız arkadaşı var.

    Hashiba Natsuki, enerjik, kuruntulu ve konu aşk olduğu zaman kız gibi davranan biri.

    Matsunaga Tomoya, kızlar arasında oldukça popüler, narsistik biri ve bir sürü kız arkadaşı var.


    Katakura Keiichi, her zaman gülümser ancak aslında son derece sadist biri. Yanında hep kırbaç taşıyor.


DÜŞÜNCEM:

 İlk mangasını okudum ve gerçekten bağlandım. Her bölüm tam istediğim uzunlukta, 40 sayfa en az, ve çok eğlenceli. Karakterler aşırı komik ve okurken gülmeden duramıyorum. Animesinin olduğunu öğrenince hemen izlemeye başladım. Tabii bölümler 10 dk falan olunca biraz hızlı geçiyor gibi ama görüntüyü beğendim ve sanırım en az 24 bölüm olacak. Animesi de oldukça güzel. Keşke tüm bölümleri anime yapsalar. Sadece animeyi izlemek kesinlikle yeterli değil, mutlaka mangası okunmalı. Favori mangalarım arasına ekledim bunu da.

               
    

Horimiya

08:21 0
Horimiya

                                                          HORIMIYA




Manga Adı: Horimiya
Yayın Yılı: 2011
Yazar: Hero
Çizer: Hagiwara Daisuke
Tür: Komedi, Romantik, Okul Hayatı, Hayattan Kesitler, Shounen
Durumu: Halen devam ediyor.
İngilizce Tanımı:
''Hori may seem like a normal teenage girl, but she's a completely different person after school. In her workaholic parents' absence, Hori has been like a parent for her little brother since she was young herself. Between taking care of her brother, feeding them both, and housework, she doesn't have much time for a usual teenage social life. One day, she meets someone else who does not present his true self at school: a quiet, glasses-wearing boy called Miyamura. She'd assumed he was bookish, and possibly an otaku, but Hori couldn't have been more wrong. Outside of school, Miyamura is a friendly guy with many piercings, and he's not very good at academics. Now the two of them have someone with whom they can share both halves of their lives!''

Türkçe Tanımı:
Hori normal bir genç kız gibi görünmekte ancak okuldan sonra tamamen başka bir insan olmakta. Annesi ve babası sürekli çalıştığı için eve nadiren uğramaktadır bu yüzden küçük erkek kardeşine ve kendine bakmak zorundadır. Ev işlerini, yemeği, ev ödevlerini yapmak zorunda olduğu için kendine pek zaman ayıramamakta. Normal gençlerin yaptığı çoğu şeyi yapamamakta. Üstelik bunları arkadaşlarından gizlemektedir. Onun gibi biri daha vardır: sınıf arkadaşı Miyamura. Uzun siyah saçları var ve gözlük takıyor. Üstelik sessiz biri. Bu yüzden Hori onun kitap kurdu ve otaku olduğunu düşünür. Ancak bu doğru değil. Miyamura okul dışında aynı onun gibi tamamen farklıdır. Aslında çok arkadaş canlısıdır, derslerde o kadar da iyi değildir ve bir sürü piercingi ve dövmesi bulunmakta. Böylece karşılaştıklarında bu gizli yönlerini birbirleriyle paylaşmak zorunda kalırlar. Buna gerçekten de çok şaşırırlar. Birbirlerinin gizli yönlerini keşfederken farkında olmadan birbirlerine aşık olurlar. Birbirinden eğlenceli ve güzel anıları bu mangada anlatılmakta.

Düşüncem:
Bu tarz mangaları çok seviyorum. Bence çok eğlenceli bir lise hayatları var. Özellikle kulüp aktivitelerine bayılıyorum. Öğrenciler güzel bir iş birliği içinde etkinlikler düzenliyorlar. Burada ise hangi hocayı seviyorsan o kulübe gidiyorsun ya da kızlar arasında kütüphanecilik kulübü, erkekler arasında spor kulübü popüler. Şanslılar seçilirdi. Kütüphanede ise senin haberin olmadan görev dağılımı yapılırdı. Yani tamamen zaman kaybından başka bir şey değil burada şu kulüp işleri. Daha doğrusu ben böyle gördüm. Bununla birlikte mangalardaki yüz ifadelerine bayılıyorum. Bu mangada bu çok iyi resmedilmiş. Diyalogları, karakterleri müthiş... Okurken çok eğleniyorum. Eğlenmek için birebir bence. Keşke böyle bir lise hayatım olsaydı... Ben Hori'yi ve Miyamura'yı çok sevdim. Renkli arkadaşları çok eğlenceli! Özellikle Hori'nin babasına bayılıyorum. Düzenli takip ettiğim tek manga diyebilirim. Aralarındaki aşkta çok masum! Hori, şu bilinen ''Kya kya kya!'' diye bağıran Japon kızlarından değil. Akıllı ve eğlenceli biri. Onun karakterini de seviyorum. Miyamura'yı karamsar falan sanıyorlar ama çok eğlenceli bir kişiliği var ve bence görünüşü çok havalı. İlerleyen bölümlerde daha da havalı oluyor! Çok tatlı bir çift oluyorlar. Çok doğallar. Bu yanını seviyorum özellikle. Çoğunlukla karakter uyuşmazlıkları olur ve sırf heyecan olay olsun karakterlere kişiliğine uymayan saçma sapan şeyler yaptırırlar ama şuana kadar hiç öyle bir şey dikkatimi çekmedi. Yani beni rahatsız eden bir şey yok. Ben bu mangaya kısacası bayılıyorum!


(Sota, Hori'nin küçük erkek kardeşi.)
Animesi de var. İki bölümdü sanırım. Sadece beş dakika dayanabildim. Çünkü berbattı! Böylesine güzel bir mangaya böylesine berbat bir anime nasıl yapabilmişler anlamıyorum! Tanıtım gibi bir şey olmuş ancak çizimlere daha fazla özen gösterebilirlerdi. Gerçekten çizimleri berbat. Paintten yapmış gibilerdi, renkleri falan... Böylesine güzel kalitede animeler yapabiliyorken böylesine güzel bir mangaya bunu yapmaları küfür gibi bence. Tamamen özensizdi. Tanıtım bile olsa özenmeleri gerek sonuçta ellerinde o kadar teknoloji var... Yazık olmuş cidden. 

(çok tatlı değil mi? >_<)
Animesi berbat ama kesinlikle mangası bence harika! Tabii hataları vardır ama beni eğlendirdi. Eleştirsem bile sonuçta mangakaları bunu okumayacak. Yani önemi yok. Bence okunmalı. Çizimleri gerçekten çok hoşuma gidiyor. Mizahına zaten bayılıyorum. Bir cümlesine saatlerce gülesim geliyor. Bence gerçekten çok güzel bir iş çıkarmışlar. 

İngilizce okumak için linki:
http://mangafox.me/manga/horimiya/  (10.01.2015 tarihinde 46 bölüm mevcuttu)

İngilizce mangalar için çoğunlukla mangafoxu tercih ediyorum. Bir sürü seriye sahip ve bence iyi çeviriyorlar. Çevirme sıklığı belli olmuyor. Bazen üst üste bölüm ekliyorlar bazende aylarca eklemiyorlar. Sabırlı olduğum için benim için sıkıntı değil. Sonuçta kolay bir iş değil. Para vermiyoruz sonuçlara. Belki bizim sayemizde kazanıyorlardır para ama sorun yok. Bu kadar uğraşın karşılığını alıyorlarsa güzel. Gerçekten zor iş.



Türkçe okumak için linki:
http://www.mangaoku.net/Horimiya/01/2  (10.01.2015 tarihinde 8 bölüm mevcut)

Site biraz yavaş gibi ama güvenilir tek Türkçe manga okuma sitesi sanırım bu.


Herneyse. Bence kesinlikle okunmalı!



Çizgili Pijamalı Çocuk - John Boyne

08:20 0
Çizgili Pijamalı Çocuk - John Boyne


  II. Dünya Savaşı'nın başladığı zamanda geçiyor hikaye. Bir Alman subayının oğlu ile esir bir Yahudi çocuğun arkadaşlığı üzerinden savaşın etkilerini görüyoruz. Bu iki çocuğun savaşa, düşmanlığa bir türlü anlam verememesi aslında bir nevi gerçekleri göstermiyor mu? Cidden neden düşman olsunlar? İkisi de birbirine hiçbir şey yapmamış ama biri dedi diye düşmanlar. Garip değil mi? İşte burada modernizmde de geçen 'hayali düşman'ı görüyoruz. Bununla ilgili birçok hikaye var. Size diyorlar ki Yahudiler düşmanınız ve sizde kabullenip onları öldürüyorsunuz. Bu ırk etiketini bir kenara atalım. Onu öldürmek için bir sebebiniz var mı? O kişi size bir şey yaptı mı? Siz ona bir şey yaptınız mı? İki tarafında aslında birbirini öldürmek için bir sebebi yok. İşte bu askerlerde geçerli. Birbirlerini öldürdüler ama sırf emir verilip onları düşman saydıkları için ama değiller. Kişisel olarak düşman değiller. Irk ve din farklılığı düşmanlık sebebi olamaz, olmamalı. Bu romanda gidip Almanlara küfredip Yahudilere acımıyorsunuz sadece. Aynı zamanda Almanlarında birer insan olduğunu görüyorsunuz. Hepimiz birer insanız, bu etiketleri artık unutmamız gerek. 

   Bir kişi geliyor kötü bir şey yapıyor. O kişiyi suçlamak yerine onunla aynı dinden aynı ırktan olan tüm insanları da suçluyorsunuz. Bu olanların o insanın dini veya ırkıyla ilgisi yok, kendisiyle ilgisi var. Bu algı asırlardır devam ediyor ve görünüşe göre de devam edecek. İnsanlar bir türlü birbirlerini sadece insan olarak değil de etiketleriyle görecek. 

   Romanda işte bu etiketlere sahip olan masum iki çocuğu görüyorsunuz. Savaşın acımasız etkilerini... Savaş bitiyor, Almanların tarafı kaybediyor ve diğer taraf kazanıyor. Kazanmak... Gerçekten bir kazanç var mı? Milyonlarca insan ölmüşken ortada bir zaferden, başarıdan, kazançtan bahsetmek mümkün mü? İşte savaş bu. Savaşın bir kazananı ve kaybedeni olmaz, her zaman herkes kaybeder. Savaşın sonu sadece kaybetmektir. Kazanıldığı düşünülen şeyler tamamen birer kandırmaca, hiçbir şey değişmez. 

   İnsanlar öldü. Bir de şu açıdan bakın; küçük iki çocuk biri Alman biri Yahudi. Siz bir Almansınız ve sırf Yahudi diye o çocuğu nasıl öldürürsünüz? Ya da Yahudisiniz ve o çocuğa nasıl bir Alman diye kıyarsanız? İnsan öldürmek normalleştirilmemeli, kolay ve önemsiz görülmemeli. Bir can almak bu kadar masum görülmemeli. Kimsenin kimsenin canını almaya hakkı yok. 

   Romanın konusundan çok bahsetmek istemiyorum, siz kendiniz okuyup tecrübe ederseniz daha çok hoşunuza gidecek. Tudem yayınlarından aldım. Orijinal metni okumadığım için çevirisi hakkında çok objektif olamayacağım ama şunu söyleyebilirim ki oldukça akıcıydı ve anlamlıydı. Sayfa sayısı az olduğu için ve dili basit olduğu için 2-3 saate okuma hızınıza göre hemen bitirebilirsiniz. Bir çocuğun okuyabileceği gibi bir yetişkinde okuyabilir. Her yaştan kişiye uygun. Böylesine acıklı bir hikayeye güzel demek ironik olacağı için sadece savaşın etkileri çocuklar üzerinden gerçekten başarılı bir şekilde anlatılmış. 

Büyük Umutlar - Charles Dickens

08:20 0
Büyük Umutlar - Charles Dickens
  Victoria dönemi... Tarihte İngilterenin Sanayi Devrimi ile güçlendiği, geliştiği bir dönem. Hayatın kolaylaştığı, üretimin arttığı bir dönem... Peki kimler için hayat kolaylaştı? Zenginler mi fakirler mi? Tabii ki her zaman olduğu için hayat zenginler için kolaydı. Fabrikalar ve iş çoktu ancak koşulları acımasızdı. Belirli bir kısıtlama olmadığı için işçiler çok fazla çalıştırılıyordu.


                            

  Resimlerde de görüldüğü gibi halk zor şartlar altında çalışıyordu (hatta yerde sürünerek bir şeyler taşımaya çalışan bir kadın resmi görmüştüm). Çocuk işçilerde vardı ve hatta oldukça yaygındı. Fakirliklerinden dolayı çocuklarda çalışma mecburiyetindeydiler. Özellikle baca temizlemek gibi ağır ve tehlikeli işleride yapıyorlardı. Her ne kadar iş imkanı olsa da hepsi çok tehlikeli ve sağlıksızdı. Anlayacağınız bu dönem zengine güzeldi. Her zaman öyledir. Tarih kitaplarında gelişmelerin çok olduğu yazsa da dönemlerle ilgili bir de bunlara fakirlerin bakış açılarıyla bakmak gerekiyor. Bence bir dönemin muhteşem ve güzel olması için fakir sınıfının olmaması, açlığın olmaması gerek. Magna Carta anlaşmasını bilirsiniz. İngiltere kralı John'un ve ileride gelecek kralların kraliçelerin yetkilerini sınırlayan bir anlaşma. Halka eşitlik gibi görünüyor ama bu anlaşma aslında aristokratlarla kral arasında yani anlayacağınız halk için değişen bir şey yoktu. Sadece bu antlaşmadan aristokratlar yararlandı, kendi çıkarları için. 

  Romanda tabii ki bu kadar acımasız yönleri gösterilmiyor. Daha çok Sanayileşmenin, zenginleşmenin getirdiği maddesellik ön planda. Romanın kahramanı Pip'in çocukluk günlerinden başlıyoruz. Annesini ve babasını kaybetmiş, ona ablası bakmış ama ablası da biraz zalim. Kocası Joe bile az çekmiyor. Her zaman kendi elcağızlarıyla büyütüp bu günlere getirdiğini yüzüne vuruyor ve çevresindeki herkeste -Joe hariç- aynısını yapıyor. Yani Pip pek değer görmüyor çevresinde. Ablası sürekli ona kızıyor, onu dövüyor. Joe'ya da kızıp bağırdığı için Pip'e pek yardımcı olamıyor, çünkü yardım etmeye kalkarsa Pip daha çok dayak yiyor. Bir gün Pumbelchook amca, Miss Havisham'ın bir çocuk istediğini söylüyor ve Pip'i yolluyorlar. Pip, eve gittiğinde Estella'ya aşık oluyor ama öyle güzel bir aşk değil. Estella çok kibirli ve soğuk biri. Eve düzenli gidip oyunlar oynayıp Miss Havisham'ı tekerlekli sandalyede gezdiriyor içeride. Çok fazla konuyu anlatmamayım. Daha sonra Pip büyük bir servete konuyor ve beyfendi olmak için Londra'ya gidiyor. Servete konduktan sonra işte insanların ne kadar paraya önem verdiğini görüyoruz. Maddeci insanların yanında duygulara önem verenlerde var ancak Pip öyle şeyler yaşıyor ki kendisi de para uğruna daha önemli şeylerden vazgeçiyor. Büyük umutlarla gittiği Londra onun bu umutlarını tek tek boşa çıkarıyor.

  Nihal Yeğinobalı oldukça kaliteli bir çevirmen. Çoğu klasikleri çevirmiş. Charles Dickens ise harika bir yazar. Mutlaka okunması gereken klasiklerden biri.